Yakın zamanda birisi bana nasıl İslam’la buluştuğumu sorduğunda biraz afalladım ve şaşırdım. Çünkü İslam’a girişimi hiç tek bir kritik nokta halinde düşünmemiştim. Katolikliği ne zaman sorgulamaya başlamıştım? İlk kez ne zaman Müslüman olmak istemiştim? Bu ve bunun gibi soruların cevabını bulmak için tahmin ettiğimden çok daha fazla düşünmem gerekti. Hayatımda en sonunda İslam’ın gerçeğini kabul ettiğim noktayı anlayabilmeniz için, en başından başlamam gerekir. 67 yaşında Müslüman oldum ve Allah’a beni İslam’a inanan biri haline getirdiği için şükrediyorum.
“Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göge yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır.”
(Enam, 125)
Ben sıkı bir Roma Katolik ailesi içinde, üç kız kardeşin ortancası olarak yetiştim. Babam her gün çok yoğun bir şekilde çalışıyordu. Her gün sabahın erken saatlerinde çıkar, gece geç saatlerde eve dönerdi. Tüm bunları annem evde kalıp bize ve kardeşlerime bakabilsin diye yapardı. Çok üzücü ve talihsiz bir günde annem, babamın bir trafik kazası geçirdiğini bize söyledi. Babam birdenbire vefat etmişti ve tüm dünyamız alt üst olmuştu. Tüm bu değişikliklerle birlikte, annem artık çalışmaya geri dönmek zorunda olduğunu bize söyledi. Bir zamanlar bir hemşire olan annem, artık bize bakmak için çalışmak zorunda kalıyordu. Çoğu zaman çift vardiya çalıştığı yerel bir hastanede bir iş buldu. Fakat bu yeni sorumluluğuyla annem artık bizim yetişmemizi gözetleyemiyordu. Ve bizi Katolik okuluna göndermesine rağmen, işi, onun kızlarına göz kulak olmasını engelliyordu.
Böylece, çok boş zamanım olduğu için, kendimi arkadaşlarımla yakındaki kafelerde vakit geçirirken buldum. İşte orada, sonradan kocam olacak çok iyi bir Müslüman adamla tanıştım. Annem benim bu adamla vakit geçirdiğimi bilmiyordu. Hatta âşık olduğumu ve evlenmek istediğimi söylediğimde, bizim farklı kültürlerden olduğumuzu ve er ya da geç sorunlar yaşayacağımızı söyleyerek uyarmıştı. Eğer gelecekte çocuklarımız olursa mutlaka dinle ilgili problemlerin çıkacağını söylemişti. Yirmi yaşımdayken evliliğimizde herhangi bir sorunun çıkacağını hayal bile edemiyordum. Çok âşıktım ve biri benimle ilgileneceği için çok mutluydum. O zamanlar kocam çok dindar biri değildi ve içten içe onu Katolikliğe döndürebileceğimi hissediyordum. Aynı etnik kökenlerden olmamız meselesi için de, kendimi açık görüşlü biri olarak görüyordum ve yeni bir kültürü benimsediğim için heyecanlıydım.
Sonraki birkaç yıl boyunca her şey mükemmel gidiyor gibi görünüyordu. Mutluyduk ve bir kere bile olsa kültürlerimiz ya da dinlerimiz yüzünden sorun çıkmamıştı. Allah bize güzel bir erkek evladı ve ondan birkaç yıl sonra da güzel bir kız evladı bağışladı. Yine hayatlarımıza devam ediyorduk, hatta ben çocukları benimle birlikte kiliseye bile götürmeye başlamıştım. Kocam beni Pazar ayinlerine gitmekten asla engellemeye çalışmadı. Fakat birkaç kere ben çocukları kiliseye götürürken, çocukların kiliseye gitmesini istemediğini bana söyledi. Açıkçası biraz sinirlenmiş ve üzülmüştüm. “Ama niye?” diye itiraz ettim. “Herhangi bir din, dinsizlikten iyidir” diye açıklamaya çalıştım. Gerçekten çocukları kiliseye götürmemdeki zararı anlayamıyordum. O güne kadar dinle ilgili hiç konuşmamıştık bile. Hatta ben Katoliklikten başka bir din olabileceği ihtimalini bile hiç sorgulamamıştım. O günden sonra açıklayamayacağım bir şekilde, sanki bir sürü sorun gün yüzüne çıkmıştı. Sürekli her şey ve herkes hakkında tartışıyorduk. Artık küçük şeyler büyük bir sorun haline gelmişti. Din aramızda bir tartışma konusuna dönmüştü. Birbirimizin aileleri hakkında ve en kötüsü, çocuklarımızın yetiştirilme şekli hakkında tartıştık. Annemin beni hakkında uyardığı her şey şimdi doğru çıkmaya başlıyordu.
Artık aramızda kalan tek huzur ve uyum kaynağı, kocamın babasının, kayınbabamın bizim evliliğimiz için gösterdiği samimiyet, bilgelik, endişe ve sevgiydi. Kayınbabam oğlunu ve torunlarını sevdiği gibi, beni de kendi kızı gibi seviyordu. Çok dindar ve ihlaslı aynı zamanda çok bilge bir adamdı. O zamanlar, İslamiyet etrafımda olmadığı için, kayınbabam İslam’la olan ilk tanışıklığımdı. Tüm vakit namazlarını kılar, Ramazan ayı boyunca oruç tutar ve fakirleri karşı cömert davranırdı. Onun Allah’a olan bağlılığını hissedebiliyordum. Hatta kayınbabam ihtiyacı olanlara karşı o kadar yardımseverdi ki, her gün öğleden sonra ihtiyacı olan herhangi birini evine yemek yemek için davet ederdi. Bu her gün olurdu. 95 yaşında ölene kadar, akrabalar bu alışkanlığını hep devam ettirdiğini hatırlıyorlardı.
Kayınbabam kocamla benim kavga etmemden hoşlanmıyordu ve çocukların bizim kavgalarımız yüzünden zarar görmeden bir çözüm bulmamızı tavsiye ediyordu. Umutsuzca bu duruma bir çözüm bulmaya çalıştı. Oğlunu benim dinimi yaşamama izin vermesi için uyarmıştı fakat bu durum artık dinle ilgili değildi. Hayal kırıklığına uğradım ve ilişkimize ara vermek istedim. Kocama ayrılmayı sorduğumda, o da bunun belki evliliğimiz için en iyi şey olduğunu kabul etti. “Ayrılık aşkı besler” diye bir deyim vardır. Bizim durumumuzda böyle olmadı. Ayrılığımızdan sonra ikimiz de temelli bir ayrılık istedik ve boşanmayı kabul ettik. Her ne kadar çocuklarımın benle kalmasını çok istesem de, ikimiz de çocukların babaları tarafından yetiştirilmesini daha doğru bulduk. O çok daha iyi bir durumdaydı, maddi olarak, onları yetiştirme ve rahat ettirme açısından; ben bunları sağlamaya hazır değildim. Onları her gece ne kadar özledim. Ben tekrar annemin yanına taşındım ve çocuklarımı her hafta sonu görmeye başladım. Eski kocam çocukları Cuma günleri öğleden sonraları bırakır ve Pazar sabahları alırdı. Bu şekilde bir anlaşma bana acı verse de, hiç yoktan iyiydi.
Her gün yatmadan önce İncil’den bir şeyler okurdum. Çocuklar beni ziyaret ettiğinde de anlasalar da anlamasalar da onlara bir bölümünü okurdum. Bir bölümü okuduktan sonra bir gece İsa’dan yardım ister, sonraki gece meleklerden, diğer gece azizlerden, başka bir gece de Meryem Ana’dan yardım isterdim. Fakat bir gece yardım isteyecek başka kimse kalmamış, tüm azizleri bitirmiştim. O yüzden “Şimdi Tanrı’dan yardım isteyeceğiz” dedim. Oğlum “Tamam, Tanrı kim?” diye sordu ve ben de “O seni ve beni yaratandır” dedim. “O bizim ebedi komşumuzdur”. Düşünceye dalmıştı, bu sözlerin ne demek olduğunu düşünüyordu. Açıklamak için haçı okşadım ve “Şimdi Tanrı’ya şükredin” dedim. Çocuk haça baktı ve “Anne bu kim?” dedi. Ben de “Bu Tanrı. O Tanrı’nın oğludur” dedim. Oğlum “Ama sen daha bir dakika önce bize “Tanrı sonsuzdur” dedin. Bu nasıl ölmüş o zaman?” dedi. Ben hayatımda asla ama asla bunun farkına varmamıştım. Bana “Bu Tanrı nereden geliyor?” diye sordu. Ben de Meryem’in, Meryem Ana’nın rahminden geldiğini söyledim. “Yani daha önceden doğmuş o zaman” dedi. Ben de “Yani, evet” dedim. İşte o zaman “Ama sen bana sonsuzdur demiştin. O asla ölmez ve asla doğmaz” dedi. O zaman sekiz yaşında olan oğlum bana doğruca “Anne, niye sadece Tanrı’dan yardım istemiyorsun?” diye sordu. Ona Tanrı’dan da yardım istediğimi söyledim. O zamanlar bilmediğim şeyse, bu çocuğumun kalbimde sürekli bir yara olarak bana her zaman Tek, Gerçek Allah’a tapmayı hatırlatacak olmasıydı. Allah’a şükürler olsun.
Sonunda tekrar evlendim ve yeni kocamla Avustralya’ya taşındım. Eski kocam ailesiyle birlikte Suudi Arabistan’a taşındı. Çocuklarımı görmeyi hep istedim fakat en sonunda İtalya’da yeni bir aile kurdum ve üç kızın daha annesi oldum. Yine de hala her gece, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına” diyerek dua ederdim. Yıllar çabukça ve telaşlı bir şekilde geçti. Bir yaz çocuğum ve kızım beni ziyaret edeceği için çok heyecanlanmıştım. Aklımdan bir sürü şey geçti. O kadar uzun süre ayrı kaldıktan sonra beni gördüklerine mutlu olurlar mıydı? Neyle ilgili konuşurduk? Yardım etmesi için Tanrı’ya dua ettim. Havaalanında çocukları gördüğüm ilk anda tüm korkularım uçup gitti. Anne ve çocukları arasında olan o bir anlık bağ oluşmuştu ve sanki görüşmeyeli çok az zaman geçmişti. Oğlum içlerinden daha konuşkan olanıydı. Bana domuz eti ya da alkol içeren herhangi bir şey yiyemeyeceklerini hatırlattı. Ona dinleriyle ilgili bunu hatırladığımı söyledim. Ayrıca babalarıyla evlendiğim zamandan beri alışkanlık olarak, benim de domuz eti yemediğimi ve alkol kullanmadığımı söyledim. Şarap içinse, eh, onlar gidene kadar yemekleri şarapla pişirmeyi bırakabilirdim.
Birbirimizi tanıdığımız, çocukların yeni kız kardeşlerini tanıdığı, pikniklere, yüzmelere ve dışarıda gezintilere çıktığımız güzel bir yaz geçirdik. Bitmesini istemedim. Fakat onların Suudi Arabistan’da bir hayatı olduğunu ve geri dönmek zorunda olduklarını biliyordum. Kızıma cevabından korktuğum bir soruyu, üvey annesinin ona nasıl davrandığını sordum ve kendi kızı gibi davrandığını öğrenince gerçekten kendimi mutlu hissettim.
Çocuklarım beni o yazdan sonra iki kez daha ziyaret etti. Oğlum 21 yaşına bastığı zaman, 6 ay boyunca yanımda yaşamak için bana geldi. Din hakkında tartışırdık -tartışmalarımız hiç bitmezdi! Oğlum ve ben kişilik olarak birbirimize benziyoruz ama farklılıklarımız da var – ve bunlar çok bariz farklılıklar! Ben tartışmalar boyunca çok kolay sinirlenirken, oğlum çok daha sakin; ben resmen çıldırırken o metanetini korumayı başarabiliyor! Bu çatışmaya rağmen, bence bu durum aramızdaki tartışmada bir denge bulmamıza yardımcı oluyor. Oğlumla ilgili en çok takdir ettiğim şeyse yaptığı her şeye candan bir şekilde bağlı olması. Tatlı ve kibar bir insan fakat güçlü bir ahlak anlayışı var ve kafasına koyduğu her şeyi başarmayı hedefliyor ki, buna çok saygı duyuyorum. En zorlu durumlarda bile sağduyulu kalabilmesini takdir ediyorum. Çok mantıklı ve problemler üzerine fazla takılıp kalmayan biri. Sadece mümkün olduğu kadar sorunları çözmeye ve durumları düzeltmeye çalışıyor. Onun da kalbine Tanrı’nın Katolikliğe dönme isteğini vermesi için dua etmeye devam ettim. Onun bir rahip olmasını gerçekten çok istedim –İyi bir vaiz olacağını hissediyordum. İyi ve Tanrı’dan korkan bir çocuktu. Rahiplik için iyi özellikler. Ona bir kere çok iyi bir papaz olabileceğini söylediğimde, gülümsedi ve benim Müslüman olma ihtimalimin onun Katolik Rahibi olma ihtimalinden daha fazla olduğunu söyledi.
Fakat 6 ay sonra, oğlum Birleşik Devletler’e gitmek için buradan ayrılmayı istediğini bana belirtti. Sonunda Amerika’ya gitti ve Florida, Miami’ye yerleşti. Bu arada ben de evde tek bir genç kızı olan bir dul haline geldim. Oğlum benim de kendisiyle birlikte Amerika’da olmamı çok istiyordu, böylece ben de 17 yaşındaki kızımla birlikte Amerika’ya gittim. Amerika’daki hayatı çok sevdik ve kızım da hemen kendi hayatını kurmaya başladı. Oğlumla benim aramda hiçbir şey değişmedi –Katoliklik ve İslam hakkında konuşmaya devam ettik ve ikimiz de “vazgeçmiyorduk.” Bazen Üçleme meselesi ortaya atıldığında ben verecek bir cevap ya da yanlışlığını gösterecek bir delil bulamadığım için teslim olur ve tartışmadan uzaklaşırdım. Onun dinime saldırdığını düşündüğüm için çok sinirlenirdim.
“Niye herkes gibi olamıyorsun?” diye sordum. “Diğer Müslümanlar beni kabul ediyor ve dinimi değiştirmeye çalışmıyor.” “Ben herkes gibi değilim” diye cevaplardı. “Seni seviyorum, senin oğlunum ve Cennete gitmeni istiyorum.” Ona zaten Cennete gideceğimi söyledim –Ben hırsızlık yapmayan, çalmayan, yalan söylemeyen ya da insanları kandırmayan, iyi ve dürüst bir kadınım.” Oğlum ise “Bunlar bu dünyevi hayat içinde gerekli ve yardımcı şeyler fakat Kur’an’da çoğu kez Allah’ın Şirki (Çok Tanrıcılık) affetmediği belirtilmiştir. Kur’an der ki, Allah’ın affetmeyeceği TEK günah, ona ortaklar koşulmasıdır ama onun dışında istediği insanın, istediği günahını affedebilir” diye cevaplardı. Bana İslam’ı okuyup anlayıp keşfetmem için yalvarırdı. Kitaplar ben aklımı gerçeklere açayım diye gelmişti. Ben reddettim. Katolik olarak doğmuştum ve Katolik olarak ölecektim.
10 yıl boyunca, oğlumun, karısının ve ailesinin yanında yaşamaya devam ettim. Fakat yine de Suudi Arabistan’da bulunan kızımın yanında da yaşamak istiyordum. Vize almak kolay değildi. Oğlum bana; eğer İslam’ı kabul edersem Suudi Arabistan’a vizemin bu olacağını, çünkü o zaman Umre vizesi alabileceğimi söyleyerek şaka yapardı. Sert bir biçimde ona Müslüman olmadığımı söyledim. Uzun uğraşlar ve bağlantıların yardımıyla, şimdi üç çocuk annesi olan kızımı ziyaret edebilmek için ziyaretçi vizesi alabildim. Gitmeden önce oğlum beni sıkıca kucaklayarak, beni ne kadar sevdiğini ve Cennete gitmemi ne kadar çok istediğini söyledi. Daha sonra hayatta istediği her şeyi elde ettiğini fakat bir tek Müslüman bir annesi olmadığını söyledi. Her gün Allah’a(subhanehu ve teala) kalbimi İslam dinine çevirmesi için dua ettiğini söyledi. Ona bunun asla olmayacağını söyledim.
Kızımı ziyarete Suudi Arabistan’a gittiğimde ülkeye âşık oldum, havasına, insanlarına. 6 ay sonra ayrılmak istemediğim için vizemin uzatılmasını talep ettim. Günde 5 kere ezanı duyuyor ve imanlı insanların dükkânlarını kapatarak namaza gittiklerini görüyordum. Bu beni çok etkilese de yine de her sabah ve akşam İncil’imi okumaya ve tesbihimi yapmaya devam ettim. Bir kere bile olsun kızım ya da herhangi bir Müslüman, benimle İslam hakkında konuşmadı ya da dinimi değiştirmeye çalışmadı. Bana saygı duydular ve dinimin gereklerini yapmam izin verdiler.
Oğlum beni ziyaret etmeye Suudi Arabistan’a geliyordu. Çok mutluydum-onu çok özlemiştim. Hemen gelir gelmez hemen din hakkında ve Allah’ın Birliği hakkında konuşmaya başladı. Sinirlenmiştim. Ona Suudi Arabistan’da bir yıldan uzun bir süredir kaldığımı ve kimsenin bana din hakkında hiçbir şeyden bahsetmediğini söyledim. Ve o, daha buradaki ikinci gecesinde, hemen vaaz vermeye başlamıştı. Özür diledi ve yine İslam’ı kabul etmemi ne kadar çok istediğini söyledi. Ben de ona yine Hristiyanlığı asla terk etmeyeceğimi söyledim. Bana Üçleme ’den bahsetti ve bu kadar mantıksız bir şeye nasıl inanabildiğimi sordu. Bana kendimin bile bu konu hakkında sorularımın olduğunu hatırlattı. Ona her şeyin mantıklı olmak zorunda olmadığını- ve sadece iman etmen gerektiğini söyledim. Bu cevabı kabul eder gibi göründü ve ilk kez dinle ilgili bir tartışmayı kazandığım için mutlu oldum. Oğlum daha sonra İsa mucizesini açıklamamı istedi. “İşte!” diye düşündüm, sonunda bir yerlere geliyorum. Ona İsa’nın doğumunu, Meryem Ana’yı, İsa’nın günahlarımız için ölüşünü, Tanrı’nın Ruh ’unu ona üfleyişini, Tanrı olarak İsa’yı, Tanrı’nın Oğlu olarak İsa’yı anlattım. Tüm konuşmam boyunca sessi kaldı-hiçbir kanıt sunmadı- oğlum, sessiz? Sonra sakince, “Anne, eğer İsa günahlarımız için senin dediğin gibi Cuma günü öldüyse ve üç gün sonra Pazar günü yeniden dirildiyse, o zaman bu üç gün boyunca Dünya’yı kim yönetti? Anne, bunu bana açıkla? Bu sorunun mantığı hakkında düşündüm ve hiç mantıklı olmadığını biliyordum.
“İsa Tanrı’nın oğluydu. İsa ve Tanrı bir ve aynıdır” dedim. Oğlum “İneklerin buzağıları olur; küçük inekler. Kedilerin yavruları olur; küçük kediler. İnsanların çocukları olur; küçük insanlar. Tanrı’nın bir oğlu olduğu zaman o nedir? Küçük bir Tanrı mı? Eğer öyleyse, iki Tanrı’nız mı var?” diye sordu. Daha sonra; “Anne sen hiç bir Tanrı olabilir misin? Ona bu sorunun çok saçma olduğunu söyledim. İnsanlar asla Tanrı olamazlar(Artık gerçekten sinirleniyordum). Daha sonra oğlum, “İsa bir insan mıydı?” diye sordu. Ben de “Evet” diye cevapladım. “O zaman asla bir Tanrı olamaz” dedi. Tanrı’nın insan olduğu iddiası saçma. Tanrı’nın insan özelliklerini alması Tanrı’ya yakışmaz, çünkü Yaratıcı yarattığı şey haline gelir. Fakat yaratılan, Yaratıcının yaratmasıyla ilgili bir eserdir. Eğer Yaratıcı yarattığı şey haline gelirse, bu Yaratıcının kendi kendisini yarattığı anlamında gelir ki bu da bariz bir saçmalıktır. Yaratılmak için önce kendisinin var olmaması gerekir, eğer var olmamışsa, o zaman nasıl yaratabilir? Üstelik eğer kendisi yaratıldıysa, bir başlangıcı var demektir ki bu da Onun sonsuzluğuyla çelişir. Tanım itibariyle yaratma bir yaratıcı gerektirir. Yaratılan şeylerin var olabilmesi için, onları var eden birine bir yaratıcıya ihtiyaçları vardır. Bu yüzden bu terimler arasında açık bir çelişki var. Tanrı’nın kendi yarattığı bir varlığı dönüştüğü iddiası onun da bir Yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu gösterir ki bu komik bir fikir. Tanrı’nın temel fikri olan yaratıcıya ihtiyaç duymadığı, yaratıcının kendisi olduğu fikriyle çelişiyor. Ona verecek bir cevabım olmadığını bildiğim için, “Bu cevap hakkında bir düşüneyim” dedim.
O akşam, oğlumun dedikleri hakkında iyice bir düşündüm. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu fikri bana artık mantıklı gelmiyordu. Ayrıca İsa’nın Tanrı’yla bir ve aynı olduğu fikrini de kabul edemiyordum. O gece uyumadan önce oğlum, yatmadan önce Allah’a dua etmemi ve O’na beni doğru yola ulaştırmasını istememi söyledi. Oğluma Tanrı’ya samimi bir şekilde bir cevap bulmam için yalvaracağımı söyledim. Odama gittim ve oğlumun bana verdiği kitaptan okudum. Daha sonra, mübarek Kur’an’ı açtım ve okumaya başladım. Sanki bir şey kalbimin üzerinden kaldırılmış gibi hissettim. Farklı hissettim. İslam’da gerçeği gördüm. Bu kadar yıl boyunca ne için savaşıyordum ki?
O gece sadece Allah’a dua ettim – İsa’ya değil, Meryem’e değil, diğer azizlere, meleklere ya da Kutsal Ruh’a değil. Sadece Allah’a yalvardım ve yol göstermesini istedim. Eğer İslam doğru tercihse, kalbimi ve aklımı lütfen ona doğru çevirmesi için dua ettim. Uyuyup ertesi gün uyandığımda oğluma İslam’ı kabul etmeye hazır olduğumu bildirdim. Hayretler içinde kalmıştı. İkimiz de ağlamaya başladık. Kızım ve torunum ben Arapça, İtalyanca ve İngilizce olarak Şehadet (Müslümanların Allah’ın birliğine ve Hazreti Muhammed’in(Allah’ın rahmeti Allah’ın elçisinin üzerine olsun) onun elçisi olarak kabulü inanmanın ifadesidir) getirirken izlemek için çağrıldılar.
أشهد أن لا إله إلاَّ الله و أشهد أن محمد رسول الله
“EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULÜHU”.
“Non c’è altro Dio al di fuori di Dio, e Mohammed è il Messaggero di Dio.”
“There is no God except Allah and Muhammad (PBUH) is His Messenger and Last Prophet.
Shahada / İnanç Beyanı videosu
Şehadet, Müslümanların Allah’ın birliğine ve Hazreti Muhammed’in (Allah’ın rahmeti Allah’ın elçisinin üzerine olsun) onun elçisi olarak kabulü inanmanın ifadesidir. Değişmiş bir kadın gibi hissettim. Sanki biri benim kalbimden karanlık bir örtü kaldırmış gibi mutluydum. Beni tanıyan hiç kimse din değiştirdiğime inanmadı. Bazen ben bile inanamıyorum! Fakat İslam öyle doğru, huzurlu, yüce hissettiriyordu ki!
Oğlum Birleşik Devletler’e döndükten sonra, Fatiha Suresi’ni Arapça okumayı ve namaz kılmayı öğrendim. Hayatıma olduğu gibi devam ettim; sadece artık bir Müslümandım. Kızımla hem aile toplantılarına hem de sosyal etkinliklere katılmayı zaten seviyordum. Aile ve arkadaşların düğünlerine, kına partilerine, Akika kurbanlarına ve birisi öldüğü zaman yapılan toplantılara katılıyordum. İslam’a katıldıktan 6 ay sonra gittiğim cenaze toplantısı geçekten kalbime dokundu ve İslam’ın ne kadar güzel bir din olduğunu bana tekrar gösterdi. Genç bir çocuk hastalıktan dolayı ölmüştü. Kızım taziyelerini sunmaya hazırlanırken, aileyi iyi tanıyıp tanımadığını sordum. Tanımadığını söyledi. “O zaman niye gidiyorsun?” diye sordum. “Çünkü aile şu an yaslı ve İslam dininde benim görevim gitmek ve herhangi bir şekilde bir yardıma ihtiyaç duyuyorlarsa eğer onlara destek olmak.” Ben de giyinip onunla gitmeye karar verdim. Kızımla birlikte çocuğun ailesine taziyelerimi sunmak için gittiğimde, orada bulunan insanların sayısı beni etkilemişti. O kadar insanın aileye destek olmak için gelmesi beni şaşırtmış ve duygulandırmıştı. Tek düşünebildiğim, İslam’ın bu kadar insana destek olmaları gerektiği sorumluluğunu verdiği için ne kadar güzel bir din olduğuydu. Müslümanların empatilerini gösterdiği o olay, İslam’ın güzelliğini kanıtlayan başka bir an dahaydı.
Elhamdülillah şimdi üç seneden beri Müslümanım. O zamandan beri oğlum ve kızımla iki kere Umre yaptım. Oğlum, kızım ve ben, Kâbe’yi ve Kutsal Peygamberin Medine’deki mezarını ziyaret ettik. Daha yeni 70’nci yaş günümü kutladım Elhamdülillah. Bazen oğluma yaşatmış olabileceğim tüm kalp kırıklıklarını ve zorlukları düşünüyorum ama oğlum benim İslam’a girmeme vesile olduğu için son derece mutluydu. Sonra dedi ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün birine “Cennet anaların ayakları altındadır” demiş. Bu hadis, annelere iyi bakmak ve onlara hizmet etme manası taşıyor. Cennet gerçekten de onun benim yakınımda olması sayesinde ikimizin de ayakları altında. Ayrıca eğer kızım da bana biraz baskı uygulasaydı, belki daha önce Müslüman olur muydum diye merak ediyorum. Fakat oğlum bana Allah’ın plan yapanların en hayırlısı olduğunu hatırlattı.
Ve insanı hidayete (doğru yola) ulaştırabilecek tek kişi O’dur(subhanehu ve teala).
“Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir.”
(Kasas, 56)
Allah’ın bana bahşettiği en büyük şey beni Müslüman yaparak İslam’ın yoluna iletmekle, inşallah, oğlumla birlikte Cennete girmeyi nasip etmesidir.
« ÂMİN »